Şeriat Nedir?
Rabbimiz buyuruyor ki:
Sonra seni (ya Muhammed!) Emr (imiz) den bir şeriat üzere kıldık. Sen ona tâbi ol, bilmeyen (câhil) lerin isteklerine tâbi olma! (Câsiye, 18)
Sözlükte şeriat, gidilen yol, geniş bir cadde demektir. Din de ise insanların kişisel ve toplumsal olarak yaradılış amacı doğrultusunda düzenli ve huzurlu bir şekilde yaşamaları için Allah’ın (Celle Celalühü) koymuş olduğu evrensel kanunlara şeriat ve şeriatla ilgili kurallara da şer’î hükümler denir.
Şeriatın, îman ve inançla ilgili bölümüne i’tikad, namaz, zekât, oruç ve hac gibi amelle ilgili bölümüne ibâdet, evlenme, boşanma, nafaka ve iddet gibi aile hukuku ile ilgili bölümüne münâkehat, ticaret, şirket, kira, borçlanma, mîras ve fâiz gibi sosyal hükümlerle ilgili bölümüne muâmelât, hırsızlık, gasp, zina, iftira ve sarhoşluk gibi cezalarla ilgili bölümüne de ukûbât denir.
Şeriat, göklerin yerin tek egemeni ve bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’ın (Celle Celalühü) koymuş olduğu evrensel kanunlar olduğundan, bir ülke meclisinin çıkardığı kanunlar gibi sadece o ülkeyi değil, bütün ülkeleri kapsar ve akıllı olup erginlik çağına eren bütün insanları bağlar.
İslâm Şeratının Kaynakları
Şerîat hükümleri Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyastan başka fer’î deliller adı verilen istihsan, maslahat, örf, önceki şeratlar, sahabe kavli, istishab gibi delillere dayanılarak müctehitlerce bir sistem halinde açıklanmıştır. Ebû Hanîfe (ö. 150/767), Şâfiî (ö. 204/819), Mâlik b. Enes (ö.179/795) ve Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855)’in temsil ettiği fıkıh ekolleri şer’î hükümleri bir bütünlük içinde sistemleştirdiler. Ana prensipler ortak olmakla birlikte ayrıntılarda farklı yaklaşım, tefsir ve teviller İslâm hukukuna esneklik kazandırdı. Böylece çeşitli ülke, yöre ve kültür yapısı içinde yaşayan mü’minler bu esnekliklerden yararlanarak tercih ettikleri yönde İslâm’ı yaşama ve uygulama imkânı buldular.
İnsanların şeriata uymaları zorunlu mu?
Şeriat, Allah’ın (Celle Celalühü) kanunları demektir. Biri fıtrat ve diğeri şeriat olmak üzere Allah’ın (Celle Celalühü) iki çeşit kanunu vardır. Fıtrat kanunları uygulamada irade dışı olduğundan, canlı ve cansız, bilinçli ve bilinçsiz bütün varlıkları kapsar. Şeriat kanunları ise uygulamada iradeye bağlı olduğundan, sadece akıllı ve bilinçli varlıkları kapsar.
Kainatın yaratıcı Rabimiz buyuruyor:
Kuşkusuz Rabbiniz gökleri ve yeri 6 günde (dönemde) yaratan, sonra Arş’ı hükmü altına alan, geceyi peşi sıra gelen gündüze bürüyüp örten, güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah’tır. Biliniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir! (A’râf, 54)
Dünya, ay, güneş, yıldızlar ve galaksiler, Allah’ın (Celle Celalühü) koymuş olduğu çekim, denge ve düzen gibi fıtrat kanunlarına boyun eğip takdir edilen belirli yörüngelerinde dönerken ve Allah’ı (Celle Celalühü) sürekli hamd ile tesbih ederken,
Yüce Allah buyuruyor:
İnsan başı boş bırakılacağını mı sanıyor? (Kıyâme, 36)
Fiziksel açıdan en güzel bir şekilde yaratılan, akıl ile bilinçlendirilen, ruhla sonsuzlaştırılan ve o güzelim cennete aday olan insan, Allah’ın (Celle Celalühü) koymuş olduğu çekim, denge, düzen, kimya, fizik ve biyoloji gibi fıtrat kanunlarına tam teslimiyetle uyduğu gibi, Irkı, rengi ve dili ne olursa olsun, akıllı olup erginlik çağına eren, erkek ve kadın bütün insanların Allah’ın (Celle Celalühü) koymuş olduğu şeriat kanunlarına da tam teslimiyetle uymaları zorunludur. Çünkü mahşer yerinde sadece şeriat kanunları geçerli olacak ve sorgulamayı Allah (Celle Celalühü) yapacak. İşte kim bu fâni dünyada şeriat kanunları doğrultusunda yaşarsa, orada yüzü gülecek ve sonuçta o güzelim cennete kavuşacak!..
Ya uymayanlar?
Yüce Allah buyuruyor:
(Ey Habibim!) Bir hanîf (ehl-i tevhid) olduğun halde yüzünü dine, Allah’ın fıtratına (tevhid dinine) çevir ki, O (Allah) insanları bu fıtrat üzere yarattı. (Rûm, 30)
Allah’ın (Celle Celalühü) takdir edip beyinsel yapılarına yüklediği programın (içgüdülerinin) yani doğal yaşam koşullarının dışına çıkan hayvanların dengeleri bozulduğu gibi, Gönül ve ruh gibi içgüdüleri İslâm fıtratı üzere yaratılan insanlar da, İslâm fıtratının ve şeriat kanunlarının dışına çıkınca mânevî dengeleri bozulur. Sonra gönül darlığı, sıkıntı ve huzursuzluk derken ruhsal bunalıma dönüşür.