Dünyaya ve onun geçici zevklerine dalanlar, ölümü akıllarına hiç getirmezler. Bir gün hatırladıklarında da, dünyada yapamadıkları şeyler için vahlanır, ardından da onu kötülemeye başlarlar. Bu haldeki bir kimsenin ölümü anması, onu Allah’a yaklaştırmaktan ziyade daha çok uzaklaştırır.
Pişman olup tevbe eden kimse ise, kalbinden korku fışkırsın, tevbe etmenin manası tam yerine gelsin diye ölümü sıkça anar. Bazen o, daha azığını hazırlamadan ve tevbesi tamam olmadan ölümün yakasına yapışıvereceği korkusundan dolayı ölümü hoş görmeyebilir. Fakat o, bu yönüyle ölümden hoşlanmaması bakımından mazur görülür.
Bu kişi Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin:
“Kim Allah’a kavuşmayı (ölümü) istemezse, Allah da ona kavuşmayı istemez.(Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesâi)” hadisinin tehdidi altına girmez. Çünkü bu kişi, ölümü ve Allah (c.c)’a kavuşmayı kötü görüyor değil; kusurları sebebiyle Allah’a kavuşabilme fırsatını elden kaçıracağı korkusundan dolayı bunları söylemektedir. Bu kişinin durumu, sevgilisinin razı ve hoşnut olacağı bir şekilde ona kavuşmak için hazırlıklar yapan ve bu nedenle kavuşmayı erteleyen sevdalının durumuna benzer. İşte o, bu mana ile Allah (c.c)’a kavuşmayı kötü gören biri sayılmaz. Kişinin ölümden bu maksatla hoşlanmadığının alameti, onun ölüm için daima bir hazırlık içinde bulunması, ondan başka şeylerle meşgul olmamasıdır. Yoksa dünya sevgisine dalan kimselerin bulunduğu gruba dahil olur.
Manevi kemâlâtını tamamlamış arif kimseye gelince, o ölümü daima hatırlar. Çünkü ölüm, sevgiliye kavuşma zamanıdır. Seven hiçbir zaman sevdiğine kavuşacağı zamanı unutmaz. Hatta bu arifler, çoğu zaman ölümün gelişini yavaş bulurlar; bir an önce günahkar kimselerin doldurduğu bu dünyadan kurtulup, âlemlerin Rabbine kavuşmak için ölümün gelmesini isterler. Nitekim sahabeden Huzeyfe (r.a) hazretleri, vefatının son anlarında şöyle demiştir:
“Dost (ölüm), bana fakirlik halimde geldi. (Bu saatten sonra) pişmanlık duyan iflah olmaz. Ey Rabbim, muhakkak sen biliyorsun ki fakirlik zenginlikten, hastalık sıhhatten, ölümüm de yaşamımdan bana daha sevimliydi. Öyleyse bana ölümü kolaylaştır da sana kavuşayım.”
Günahlarından tevbe edip de Allah’a güzel amellerle kavuşmak arzusunda bulunan bir kimse, ölümü hoş görmemesinde mazur olduğu gibi, arif kimse de ölümü istemesi ve onu temenni etmesinde mazur sayılır.
Bu ikisinden daha yüksek bir mertebe ise, işini Allah’a havale eden, nefsi için ölümü veya yaşamı tercih etmeyen kimsenin mertebesidir. O kimse için her şeyin en iyisi ve en sevimlisi Mevlâsı için en sevimli olanıdır. Böyle bir kimse ileri seviyedeki muhabbetinin çokluğu dolayısıyla rıza ve teslimiyet makamına ulaşmıştır; işte asıl gaye ve hedef budur.
Her halükarda ölümü anmakta bir sevap ve fazilet vardır. Çünkü dünya sevgisine dalan dahi ölümü anmakla yavaş yavaş dünyadan uzaklaşır. Artık onun için dünyanın nimetleri sıkıntı vermeye başlamıştır. Dünyanın lezzet ve şehvetlerini acılaştıran her şey, aslında onun için bir kurtuluş sebebidir. “Lezzetleri kesip atan ölümü çokca düşününüz.” uyarısı bunun içindir.
Kaynak: Miftâhu’l-Usûl / Rabıta Risalesi