Allah istediği için mi yoksa kendimiz benimsediğimiz için mi namuslu olmalıyız?
Her insan İslam fıtratı üzere dünyaya gelir. Daha sonra nefis ve şeytan insanın fıtratında kaymalara sebep olur.
İslam fıtratı üzerine yaratılan insanlar, Allah’ın emir ve yasaklarına göre yaşadıkları zaman mükemmel manada yaşamış olurlar. Çünkü fıtratları bunu gerektirmektedir.
Mesela, elmas kesme makinasıyla tuğla keserseniz makinayı fıtratına uygun kullanmamış olursunuz. Bu da zarar verir.. İnsan da böyledir. Dinimizin emir ve yasaklarına uyulmadığında ruh ve kalbimiz yaralar alır.
Bir makinayı kim yapmışsa kullanma kılavuzunu da o hazırlamaktadır. İnsanın yaratıcısı olan Rabbimiz de bizim hayat kılavuzumuzu Kur’an-ı Kerim olarak bize göndermiştir. Bizzat yaşayarak örnek ve rehber olması için de Peygamberimiz (asv)’i en güzel ahlak üzere bize göndermiştir.
İnsan namus ve iffet gibi değerlerle insan olur. Aksi halde insanlık özelliklerini kaybedecektir. Allah’ın bizim için istediklerini benimsemek, bizim fıtratımızda olan bir şeydir.
Rum Sûresinde şöyle buyrulur:
“O halde (Habibim) sen yüzünü bir muvahhid olarak dine yönelt. Allah’ın insanları yaratmasında esas aldığı o fıtrata uygun hareket et.”(Rum, 30/30)
Şems suresinde de bazı mahlûkata kasem edilir, bunlardan birisi de nefistir. Yedinci ve sekizince âyetlerde, “nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene” kasem edilmektedir. Bu âyet-i kerime, “her çocuğun İslâm fıtratı üzere doğduğunu” haber veren Peygamberimiz (asv)’in kelâmıyla birlikte düşünüldüğünde şöyle bir hakikat ortaya çıkar: Demek ki, insanın fıtratı iyice dikkate alınabilse güzel ahlâkın kaynağına da inilmiş olacak.
İnsanın bedeni İlâhî bir sanat olduğu gibi, istidadı ve tabiatı da Hakk’ın tanzim ve takdiriyledir; o da İlâhîdir.
Buna göre, sözlük anlamından hareketle, güzel ahlâk denilince, insanın yaratılışında mevcut olan bu kabiliyetlerin yerli yerince kullanılması akla gelir. Ahlâksızlıkların tümünde bu sermayenin yanlış kullanılması söz konusudur.
İnsanın yaratılışında iman etme kabiliyeti vardır. Zira insan basit bir masanın bile kendi kendine yapılıp çatılamayacağını bilecek güçtedir. Putperestler bile kendilerini birinin yarattığını bilmişler, ama onu doğru tanıyamamışlar ve tabiatlarındaki ibadet etme ihtiyaçlarını yanlış olarak cansız cisimlerle tatmin etmeye çalışmışlardır.
Hiçbir insanın gıybet edilmekten hoşlanmaması, insan yaratılışının gıybeti reddetmesi demektir.
Yalan söylemenin zorluğu, doğru söylemenin ise rahatlığı; yalanın yasak, doğrunun sevap olduğuna fıtratın şehadetidir.
Kıskanma duygusunun insanın yaratılışına konulması da namus mefhumunun fıtrî olduğunu ders verir bize.
Borç para istediğimiz bir dostumuzun, alacağını fazlasıyla geri istemesinden rahatsız olmamız, faizin haram oluşuna fıtratın şehadetidir. Misâller çoğaltılabilir.
Demek ki, insanın yaratılışı güzel ahlâk üzeredir. Ancak, insan tabiatına yerleştirilmiş bulunan bütün bu özelliklerin mecralarını bularak tekâmül etmeleri gerekiyor. Bu tekâmülün esasları, İlâhî kitaplarda konulmuş ve peygamberlerce (as.) insanlık âlemine tebliğ edilmiştir.
“Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”
hâdis-i şerifinin bir mânâsı da bu olsa gerek.