Hani bazen gecenin sessizliğinde balkona çıkar, sandalyeye oturur ve dizlerimizi göğsümüze kadar çekip kollarımızı bacaklarımıza dolar, bakışlarımızı karanlığın en uç noktasına dikeriz ya; o sıra gözümüzün önünden nice anılarımız geçer. Kimisinde gülümser, kimisinde ağlarız. Boğazımıza bir yumru oturuverir. Hafif bir ürperti sarar bedenimizi. Titreriz.
Başlarız hayatı sorgulamaya; kimisi gider sigarasını alır gelir, kimisi sıcacık kahvesini veya çayını. Kimisi eline tesbihi dolar, kimisi Kuran'ı alır açar.
Öyle zamanlarımın birinde oturup sessizliğin sesini dinledim. Bakışlarım kâh gökyüzünde, kâh karşıdaki ağaçlık alanda dolaşıp durdu, çok şeyleri düşündüm, bazılarında işin içinden çıkamadım. Sonra dedim ki,
'Ölmekten korkmuyorum Rabbim. Lakin, ben ölünce seni anamayacağım, namaz kılıp, kuran okuyamayacağım. Allah diyemeyeceğim... Ben yeniden dirildiğimiz güne kadar bu hasrete nasıl dayanacağım? Tamam biliyorum hak etmiyorum, biliyorum günahkârım ama ben seni özlerim, ben orada ne yapacağım?'
Sonra kalbime bir ses geldi.
'Sen benimle olduktan, beni arzuladıktan sonra, ben her yerde seninle olurum.'
İşte o sesi hep sevdim. Çünkü ne zaman Kuranı açsam Rabbim benimle konuşuyor, ben dinliyorum.
Ben konuştuğumda da o beni dinliyor.
Bir bakıyorum saatler geçmiş, uyuşmuş tüm vücudum. Sandalyeden kalkıp, kendime yeni bir kahve yapmak için geçiyorum içeri; dönüyorum bir kez daha bakıyorum karanlığa. Gülümsüyorum.
Ruhumu görüyorum, hep geziyor, hep arıyor, hep bocalıyor ama hiç vazgeçmiyor. Çünkü seviyor ve sevilmek istiyor...