Ürün Sepetinize Eklendi

X
SEPETE GİT
ALIŞVERİŞE DEVAM ET

05

ŞUB'15
Bir Sünnet: Tebliğ

 

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in adını duyurmak bu dünyadaki en mühim vazifelerimizdendir. Allah bizlere Nam-ı Celil-i Muhammedi’yi her gönüle nakşetmeyi nasip etsin. Bu işi yapacak olanlar Cenab-ı Hakk tarafından seçilmiş ve İlâ adına tavzif eylemiştir. Bu nimetler üstü bir nimettir. Ve ne kadar şükretsek azdır.
 
Nasıl ki Kutsal emanetler; O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) bedeninden bir parça olan sakalı şerifler, hırkayı şerifler; bir yerden bir yere getirilirken nasıl ki başlar üzerinde salavatlarla getirilir, tekbirlerle açılırsa; salavatlarla açılır, tekbirlerle kapatılır kırk bohçalar.. Ondan sonra herkes müthiş bir heyecan yaşar. Neden? Çünkü Allah Resulu’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) ait bir parça vardır orada.
 
 
Kuran-ı Kerim’i temsil etme bunların çok ötesinde, çok çok ötesinde bir kıymet ifade eder, çünkü bu Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem)  bir parçası değil, bizzat ruhudur. Allah Resulu’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyaya şerefsüdur buyurmasının hikmetidir. Allah’ın 124 bin peygamberi, 124 milyon evliyayı göndermesinin hikmetidir.
 
Ve bugün veraset yoluyla gelmiş olan bu değer; artık karşılıksız, Allah tarafından insanlığın omuzlarına, omuzlarımıza konulmuş. Dolayısıyla bu noktadan sonra artık bizim kendi küçüklüğümüze takılmadan “Yapabilir miyiz, edebilir miyiz? Zamanında Peygamberlere gördürülmüş bir vazife, bu zayıf omuzlarımızda nasıl îla olacak nasıl yukarılardan yukarıya çıkacak?” dememeli. Çünkü Allah’ın adetindendir; Allah çok küçük şeylere büyük işler yaptırmakla kendi büyüklüğünü gösterir.
 
Vakıa, Ahir zamanda imanın, İslam’ın ateşten bir gömlek gibi olduğu, hadisi şeriflerin de ifadesiyle; giyenin yandığı dolayısıyla da atanın da ahireti adına yandığı bir dönemde her şeye rağmen, her türlü demelere rağmen, her türlü nefsi mücadelelere rağmen elhamdülillah bu işleri almışız ve kahramanca -Allah’ın izniyle- zamanında Nene Hatunların, evvelinde Hz. Nesibelerin, Hz. Sümeyraların bu davayı omuzladığı gibi, altına girdiği gibi inşâallah bizler de omuzlamışız. Dolayısıyla bu omuzlar çok mübarektir; çünkü emanet çok mübarektir.
 
Tabiî ki nasıl olurdu ki böyle bir emanet geldiğinde buna omuz silkmiş olalım. Çünkü Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)  buyurmuyor mu; “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir.” diye. Komşun aç, senin evinde çorba pişiyor ve sen onu paylaşmıyorsan Ümmeti Muhammedden değilsin demek ki.. Şimdi bir çorba için dahi böyle bir beyan varsa kendisi iman adına, kendisi Marifeti İlahi adına, kendisi Allah Resulu (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Cenab-ı Hakk’ı tanıma adına ötekilere göre tokluk yaşarken, yanıbaşındaki insan o açlığı yaşarken senin tok oturman tabiri caizse karnını sıvazlayıp Halıkına şükretmen yakışık olur muydu zaten..
 
Öyle ki; derdi Ümmeti Muhammed olmayan Ümmeti Muhammed’den değildir. Ondan dolayı dualarımızda da bizler “Allahu merham ümmete Muahammed”. “Allah’ım Ümmeti Muhammed’e merhamet eyle” demeliyiz. Tabi bunun kavli duası gibi, asıl işin fiili duası; “o merhameti cezbedecek şeyler nelerdir, o merhamete vesile olacak bir hayat tarzı nasıl bir hayat tarzıdır? Bizler o hayatı ıslah adına neler ortaya koyuyoruz?” Kavli duayla beraber bu fiili duaların da yapılmasıdır.
 
Bu o kadar asil bir vazifedir ki Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem)  14 asır evvelinden hatırlayın o Ebu Zer hadisini;
 
“Allah Resulu’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına geldim” diyor. “Baktım gözleri nemliydi, hüzünlüydü, dedim; ‘Ya Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)  hüznünü gamını kederini haber verir misin bize, derdini paylaşalım, ortak olalım Ya Resulullah.’ Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)  bir iç çekti, bir of çekti ve ardından dedi ki: “Sorma; benim gamım, benim kederim, ya Ebu Zer, kardeşlerime olan iştirakımdandır.’ ‘ Peki Ya Resulullah kim o kardeşlerin? Bizler senin kardeşlerin değil miyiz?’. Allah Resulu (sallallahu aleyhi ve sellem); “hayır, sizler benim arkadaşlarımsınız, onlar ahir zamanda gelecekler.”
 
 
 
 
Ahir zamanda imanın ateşten bir gömlek gibi olduğu, giyenlerin yandığı, çıkaranların da ebediyen mahkum olduğu bir zamanda gelecekler ve onların özelliği insanların fesada gittiği zamanda, onlar ki ıslahçı olacaklar, onlar o fesada giden insanların önlerine geçecekler, kucaklarını açacaklar, durun gelmeyin burası çıkmaz sokak diyecekler ve engel olmaya çalışacaklar..
 
Ve dolayısıyla en başında da –tubâ, tubâ, tubâ li’l-gurâbâ- gariplere müjdeler olsun. -Garip yurdundan yuvasından dostundan ahbabından uzak düşen değildir; o yaşadığı devir itibariyle halinden dilinden anlaşılmayan insandır.- Dünyayı sen mi kurtaracaksın, dünyayı kurtarmak sana mı düştü, sen kimsin ki, n’apacaksın ki.. manasında müçtehiz ifadelerde bulunulacak. Dünyevi işin bu tarafındakiler, menfi cereyanlarda olanlar da her şeyi maddede aradıklarından dolayı onların akılları, gözleri, maneviyatı kördür. Bu yüzden göremediklerinden, Rızayı İlahî’yi anlayamadıklarından, ahireti hesap edemediklerinden onlar da sizin her yaptığınız işte bir beklenti arayacaklar. O hep etrafı tarafından anlaşılamayandır garip. Rabbim bu manada bizleri garip eylemesin.
 
Bu zamanın ahir zaman olduğuyla alakalı Alem-i İslâm ulemâsının şarkından garbına cenubundan şimâline hiçbirinin bir tereddütü yoktur. Çünkü ahir zaman alametleri vardır ve üç beş tane büyük alameti dışında ekseriyeti çıkmış durumda; dolayısıyla o alametler bize kıyametin yaklaştığını gösteriyor ve dolayısıyla sokakların, çarşı pazarların cehenneme doğru büyük bir akıntı içerisinde, günahların silsile halinde olması, yüksek binaların olması, idarecilerin halleri.. Bunların hepsi ahir zamanın, kıyametin alametleridir. Dolayısıyla zamanın ahir zaman olduğunda şüphe ve tereddüt yok ise bize düşen işte böyle bir zamanda böyle bir müjdeyi kapabilmek, böyle bir selâmla muhatap olabilmek -bu selama can feda olsun-. Bundan dolayıdır ki peygamber vazifesiyle tavsif olunan bizlerin umumu insanlığa Nam-ı Celili Muhammedi’yi anlatmak vazifemizdir.  Dolayısıyla bize bundan sonra düşen Amerika’yı yeniden keşfetmek değil, bizim vazifemiz Nam-ı Celili Muhammedi’yi (aleyhissalatu vesselam) bütün gönüllere duyurmaktır.